9 Ağustos 2013 Cuma

GEZENTİP AMERİKA’DA YAZI SERİSİ – 3

LOS ANGELES – LAKERS MAÇI

 


Resim 1: Staples Center ve önünde Magic Johnson heykeli…

Uzun bir ön bilgilendirme kısmında sonra artık gezimizin ayrıntılarına geçebiliriz. THY İstanbul Los Angeles direkt uçuşu ile Los Angeles (LAX) Hava alanına vardığımızda saat çok geç olmasa da hava kararmaya başlamıştı. Hava alanında uçağımızın yanaştığı bölüm çok büyük değildi. Sıraya girerek pasaport kontrol işlemlerimizi tamamladık. Bu noktada çok zorlayan bir süreç olmuyor, tabi ki kontroller sıkı.



Bizim pasaport kontrolünden sonra hava alanından çıkmamız çok kısa sürdü. Yönlendirmeler yeterli, çok da büyük olmadığı için istediğimiz yöne kolayca gidebildik. Biz araç kiraladığımız için Alamo firmasının ofisini bulmaya çalıştık. Bu kısmı araç kiralama hakkındaki yazımda ayrıntılı ele aldığım için geçiyorum. Aracımız aldık ve otele doğru yola çıktık. Bu sırada havada tamamen kararmıştı.  Bu noktada hemen şundan da bahsedeyim biz Ocak ayı sonu Şubat başı bu gezimizi gerçekleştirdik. Hava kararmış olmasına rağmen soğuk hissetmedik, bu ılıman iklim tüm gezimizde bize eşlik etti, aracımızın üstünü açıp güneşli havada seyahat etme imkanımız dahi oldu. Bu anlamda çok kalın olmayan ince yağmurluk ve sweatshirtler yeterli oldu.


Navigasyon sayesinde otelimize çok zorlanmadan vardık. Daha önceki kısımda belirttiğim gibi otelimiz çok iyi değildi. Ancak 14 saate yaklaşan uçuşun yorgunluğu ile buna çok kafa takmadık ve arabayı otelin otoparkına park ettik ve odaya yerleştik. Kendimize geldikten sonra yakınlarda bir yerde bir şeyler yemek için otel resepsiyonundan tavsiye aldık. Bir şeyler atıştırdıktan sonra otele döndük. Otelin bulunduğu bölgede çok yemek alternatifinin de olmadığını eklemek isterim.


Jet lag olacağımızı herkes söylemişti. Ancak nasıl bir şey olduğu ile ilgili hiçbir fikrimiz yoktu. Uçakta ben hiç uyumamıştım, gittiğimiz gibi, yemek sonrası yattık. Bir ara sabah oldu diye kalktığımda jetlag nedir anladım zira tüm duyularım sanki sabah olmuş gibi bir hissetmeme neden oluyordu ancak saatin gece 03.00 olduğunu görmem beni kendime getirdi. Tekrar uyumaya çalışsam da çok zorlandım. Bu durum yaklaşık 2 gün sürdü.


Otelimizin en önemli artısı kahvaltı sunmasıydı. Daha önce de bahsettiğim gibi bu Amerika’da bir lüks. Üstelik bizim otelimizdeki kahvaltı normalin de üstü sayılırdı. Bizim ağız tadımıza çok hitap etmeyen tatlar olsa da özellikle pancakeler, fıstık ezmesi ve bal, meyve ve kahve çeşitleri güne zinde başlamamıza yardımcı oldu.

Los Angeles’taki ilk günümüzde daha önceden planını yaptığımız bir aktiviteyi gerçekleştirecektik. Bu benim için çok önemliydi, zira küçük yaşlardan beri takip ettiğim NBA maçlarından birine gidecektik. Bu maç için bilet bulmak aslında çok da kolay olmadı. Amerika’da basketbol çok yoğun takip ediliyor. Bir de maçına gitmek istediğiniz takım Los Angeles Lakers olunca bu durum çok fazla hissediliyor. Seyahat hakkında planların daha başındayken yani 2 ay öncesinden internet üzerinden resmi sayfadan araştırdığımda çok az bilet kaldığını ve kalanların da çok yüksek fiyatlı (kişi başı 500 USD civarıydı sanırım) olduğunu görmek beni çok üzmüştü. Ancak vazgeçmeyip araştırmama devam ettikçe, farklı alternatifler olabileceğini de gördüm. Bunlardan birisini değerlendirme şansım oldu. Yine resmi bilet satış sayfası üzerinden ( ticketmaster ) daha önceden bilet almış kişilerin yine bu site aracılığı ile biletleri tekrar satışa çıkardıklarını gördüm.  Burada da çok alternatif olmasa da uygun iki bilet bulabildim. Burada benim için atmosferi yaşamak daha önemliydi, bu nedenle bilet fiyatını minimum tutmaya ve organizasyonu ve ortamı görmeyi öne almaya çalıştım. Bulduğum bilet neredeyse stadın en üst kısmındaydı. Ancak stadın yapısı çok güzel tasarlandığı için çok uzakta olsam da maçtan hiç kopmadım ve özellikle dev ekrandan bu maç demiyorum organizasyonu zevkle izledim.



Resim 2: Eşim Los Angeles Lakers ile adı özdeşleşen ünlü spiker Chick Hearn anısına dikilen heykelin yanında…



Biraz daha ayrıntılara girmek gerekirse önce Staples Center mabedinden bahsedeyim. Amerikan kültürü, iyi tanıtmayı, organize etmeyi ve şaşalı bir ortam yaratmayı iyi biliyor. Stat oldukça büyük, içi dışı tam bir basketbol mabedi, önünde yer alan Lakers’ın efsane oyuncularının heykelleri, stat altındaki ve çevresindeki mağazalar, restoranlar, giriş – çıkışlardaki gayet düzenli ve sorunsuz süreç ve daha bir çok şey iyi işleyen bir sistemin göstergesi. Maç aslında büyük resimde işin özü olsa da çevresel etkisi devasa bir sektörü ortaya çıkarmış.  İnsan hayran kalıyor, bu ortamda sponsor da fazla oluyor, seyirci de, satış da, organizasyonlar da artıyor…


Los Angeles Lakers ve Oklohama City Thunders arasındaki maç gerçekten güzeldi. Maçın kendisi bile beni yeterince etkileyecek seviyede olsa da organizasyonun şahane olması, her şeyin tıkır tıkır işlemesi de ayrıca ilginçti. Aradaki şovlar, yarışmalar, aralardaki yeme içme fasılları hepsi bizim alışık olmadığımız şeyler. Bizde maça gitmek gelmek, yemek içmek, ortamın durumu vb. hepsi birer işkenceyken burada bu kadar sorunsuz ve güzel işlemesi beni ayrıca şaşırttı. O kadar insanın nasıl bir anda maç sonunda dağıldığı ve stat çevresinde aşırı bir yoğunluk olmadan çevreye yayılabildikleri de ayrıca şehircilik anlamında ne noktada olduklarını tekrar bana gösterdi.



Resim 3: Heyecanın içinde…


Sonuç olarak Amerika’ya geldiğinizde bir NBA maçına gelmenizi tavsiye ederim, bu meraklı olanlar için zaten tarihi bir fırsat ancak hiç ilgisi olmayanlar bile bu ortamdan zevk alacaklar emin olun…





Resim 4: Los Angeles Lakers denildiğinde akla gelen bir efsane ile veda edelim: Kareem Abdul-Jabbar



Maçtan sonra Los Angeles’ı keşfe devam ettik… Los Angeles 2. yazımda görüşmek üzere...




Umarım yararlı olmuştur.  Bol gezmeler, keşifler, anılar dilerim…

GEZENTİP

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder